Kayıtlar

Mayıs, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Zeka geriledikçe kurnazlık artar !

Resim
Yani mecburen.. e haliyle... hayatta kalma çabası aslında bir noktada kurnazlık, sosyal ortamından dışlanmama savaşı. Tabii aklamaya, ılımlaştırmaya çalışmıyorum. En nefret ettiğim şey zira. Empati de değil yapmak istediğim. Salt ne nedir, nasıl gerçekleşiyor'a odaklandım izliyorum. Zeka; algılama, sorgulama ve ilişkilendirme yeteneği bana göre...literatürde de öyle. Zeki insan bir durum içindeyken veya fikri-kavramı dinlerken, incelerken veya bir nesneye baktığında hızla algılar, hızla sorgulamadan geçirerek objektif bir şekilde olduğu haliyle netleştirir ve çözümlerle ilişkilendirir. Bunları diğerlerine göre daha hızlı ve doğru yapabilen diğerine nazaran daha zeki olmakta. Gerçekçidir. Akıl; algılama aşamasındayken ,sorgulama ve ilişkilendirmeyi kendi ihtiyaçlarına göre yapmaktır. O andaki şartlarda kendi işine en çok yarayacak şekilde, kişiyi tatmin etmesini sağlayacak şekilde çözümler. Akıl da gerçekçidir bir noktada aslında. Ancak daha kendinden yanadır. Zekayı kendi

Gösterişçi Üretim

Resim
Ben Tarnoff ( teknolojiyle ilgili biri..) The Guardian 'a bir yazı yazdı. Yazıdan etkilendim ama yazı komunizme varacak neredeyse. Asıl noktayı kaçırıyor mu ilgilenmiyor mu bilmiyorum. Konu benim gözümden şöyle; Yeni şatafat; sapkınca çalışmak! Yıllardır bildiğimiz gösterişçi tüketim astar değiştirdi gösterişçi üretim olarak yeniden sahnede. Eskiden ihtiyacı olmayan şeylere bile ne kadar çok para harcayabildiklerini gösterip gösteriş yaparak statü sağlayanların bir çoğu artık ne kadar çok çalışıp oldukları noktaya geldiklerini veya geldikleri göstererek statü gösterişi yapıyor. Üst düzey yöneticiler bugünden itibaren hiç çalışmasalar dahi torunlarının torunlarına yetecek kadar paraya sahip olmalarına rağmen delirmişçesine çalışmaya devam ediyorlar. İşin aslı;zenginler bu yeniliği egolarını kabartmanın yeni bir yolunu aradıkları için çıkarmadılar. Bu yeni trendin amacı emekçi sınıfın yıllardır çalışıp kayda değer bir şey elde edemediği, artık ümitsizleştiği anlamsız h

57.Venedik Bienali'nde Türkiye Pavyonu

Resim
:) Yok, neon ışıklı, içkili müzikli eğlenceli pavyon değil tabii bu... Belki bir gün onlarla ilgili de yazabilirim, direkt Bergen'le başlarım ona, 90'lar draması... Neyse dram isteyen dizileri izlesin... Hazır New York Times gazetesinde pavyonumuz konu olmuş biraz bahsetmek isterim. Öncelikle Bienal nedir? Bienal; Fransızca bir kelimedir ve " her bir diğer yıl " anlamına gelir. 2 yılda bir düzenlenen çoğunlukla kültürel ve sanatsal faaliyetlerin düzenlendiği etkinliklerdir. En eski Bienal 1895'ten beri düzenlenen Venedik Bienalidir. Türkiye bunu 1987 yılından beri Uluslararası İstanbul Bienali olarak düzenlemekte. Peki Pavyon nedir? Pavyon aslında bir kurumun veya kuruluşun bir bahçe içindeki yapılarından her biri. Asıl merkez binadan ayrı yapı, kulübe veya büyük çadır gibi de düşünülebilir... İşte bu sene 13 Mayıs 57. Venedik Bienali'nin Türkiye Pavyonu'nda Cevdet Erek'in ‘ÇIN' başlıklı işi bienal'in en güçlü ulusal pavyon

HYGGE

Resim
Şu bildiğimiz, bu yılın instagram fenomeni #cosy bu... Danimarka kültürüne özgü bir kavram olan “ Hygge ” Türkçe'ye çevirmesi zor ancak sevdiklerimizle beraber bir şeyler yiyip içerken hissedilen konfor, sıcaklık ve rahatlık olarak açıklanabilir. Samimiyet ve sükunetin bir araya gelmesi... Örneğin tarzı ve havası beğenilen bir mekandan bahsedilirken “hyggeligt”, kişilerden bahsedilirken de “hygge-lig” i kullanıyorlarmış. Üniversitelerdeki Friday bar ortamı da bu alana giriyormuş. Evet hafta sonuna girerken rahatlama barları varmış. Medeniyetler medeniyetler... Arkadaşlar beraber vakit geçirdikten sonra “gerçekten güzel bir gündü” anlamına gelebilecek “det var rigtig hyggeligt” ifadesini kullanırlarmış. İskandinav ülkelerinin soğuk ikliminden kaynaklı bir ihtiyaçmış bence, isabet etmişler :) Ben böyle kavramları seviyorum. Bazı kesimler gibi sert köşelerim yok. Aksine yaşamımıza bunca iş güç ve telaş arasında ne kadar çok hayatı anlamlandırmaya yardımcı kavramlar t

İmaj ve Stil

Resim
Yeni tanıştığımız insanları ilk 5 saniyede imajımızla etkiler sonraki 30 saniyede de o insanların üzerinde kalıcı bir etki bırakırız. Bıraktığımız etkinin iyi mi kötü mü enteresan mı muhteşem mi olup olmadığı da tavrımızla belirlenir elbette. Ne kadar iyi giyinirsek giyinelim, imajımız ne kadar hoş olursa olsun tavrımızdaki boşluk şık değil şuursuz olduğumuz izlenimi verir mesela :) İmaj geçicidir, vitrindir. İnsanların sizi nasıl algıladığı ve gördüğüdür. Stil ise kalıcı olacaktır yani sizin kendinizi nasıl ifade ettiğiniz kalacaktır akıllarda. Çocukluğunuza denk gelir mi bilmiyorum ama kağıt bebekleri giydirmeyi çok severdim ben. Bebeklerle olan oyunlarım hep giydirme üzerineydi diye hatırlıyorum. Hiç yuva kurduğumu yedirip içirdiğimi hatırlayamadım :) En sevdiğim oyunlarımdan biriydi. Uzun zaman alıyor stil sahibi olmak. Stilinin olmadığını düşünenler yanılıyor. Varolan stilini değiştirmek isteyip cesaret edemeyenler de bir stilim yok veya vaktim veya ilgim yok bahanesine çok

Kaygı yaşayan insanların büyük kısmı kibar, ince insanlar...

Resim
Bugüne kadar çeşitli gerekçelerle ( negatif düşünmeyeceğim, şimdi kimsenin tadı kaçmasın, neyse artık bunu da böyle kabul edeceğiz, bir daha canımı sıkarsa son olsun, ne yapsam olmuyor gibi... ) halının altına süpürdüğümüz canımızı sıkan herşey kayıtlı bir şekilde kalıyor. Uzmanlar bunların bizim artık olayı dahi unuttuğumuz bir zamanda başka bir başlıkla ' Kaygı , Panikatak , Takıntı ' hayatımızda yerini aldığını söylüyor. Biz tabii olayı da ,kişileri de unuttuğumuz için veya hiç bir zaman bu duyguların zamanında halının altına süpürdüğümüz duygulardan kaynaklı olduğunu düşünmüyoruz. İçimizi kemirip duran, yıllarca herşeyden hemen kaygı duymamızın nedeni meğer "neyse şimdi bir şey demeyeceğim"lermiş. Halının altına attık onu ama ' Kaygı ' adlı besinle besliyoruz orada farkında değiliz. Şişmanladı. Yedi yedi 1000 kilo oldu. İçimize kussa boğuluruz. Kusuyor zaten. Depresyon çıkarıyor. Buluttan nem kapma çıkarıyor, çare bulamadığımız fobilerimizi çıkarıyo

Parkorman da değişiyor!...

Resim
İstanbul'da konserlerin ve festivallerin yapıldığı Maslak ve Tarabya arasında yer alan Parkorman değişiyor. Bu tip yeniliklerin en çok bir organizasyon yokken hiç gidip değerlendirmediğimiz yerlerin kıymete binmesini ve oraya hücum etmemizi sağlamasını seviyorum :) Şimdi gider kitaplar okuruz, yürüyüşler yaparız otobüsler kaldırırız. Bu yeni değil cografya insanının geniyle alakalı. Yumurta kapıya dayanmadan; sınava 1 gün kalmadan çalışmaya başlayan kaç kişiyiz? ya da kıymetini bilemediğimiz sevgili yenisiyle giderken geri almak için kırk takla atmayan? :) Gezi Parkı ve Yıldız Parkı'na göre Parkorman çok daha büyük. İnsanları buraya çekmek amacıyla yapılan bu projeyi ben çok sevdim. Videosunu paylaşıyorum çok kısa bence izleyin. Konuya karşı gelenler çıkacaktır mutlaka ama böyleyken hergün orada değiliz! Binalar dikilmedikten sonra ağaçlar kesilmedikten sonra bizim bunları destekliyor olmamız gerekir. Doğasıyla çok fazla oynanmayacaksa, eksiltilmeyecek artırılacaks

1 Mayıs İşçi Bayramı

Resim
Yıl : 1856 Ülke: Avustralya Şehir: Melbourne Taş ve inşaat işçileri ;günde 12 saat haftada 6 gün çalışma saatlerine karşılık 8 saatlik iş günü için Melbourne Üniversitesi'nden parlamento evine kadar bir yürüyüş düzenlediler. Grevler ve eylemler sürdü. Aradan 30 sene geçti 1889'da ! Mayıs tüm dünyada Birlik, Mücadele ve Dayanışma günü olarak kutlanmasına karar verildi. Zamanla tüm dünya çalışma saatini günlük 8 saat olmak üzere kabullendi. 1 Mayıs işte bu mücadelenin kutlanmasıdır. İşçi ve emekçilerin bayramıdır. Son yıllarda ihmalkarlık yüzünden çok fazla can verildi. Bunları konuşmuyor dahi olmamız gerekirdi. Bugünü sadece bayram gibi kutlayabilmek gerekirdi. Bu sene özellikle ayrı tayinleri çıkan memurlara değinmek istiyorum. 3 yıl, ardından 5 yıl ve bir 5 yıl daha ayrı kalmak zorunda bırakılan ama bir taraftan da bol bol doğurulması öğütlenen işçilerin mağduriyetine. Zorunluluk döneminden sonra bir daha ayrı kalmamaları gerekir. Boşanmaya kadar gidiyor.Anayasanın emred